31 Ocak 2016 Pazar

Nazım Hikmet ve Piraye Nazimolmak

Nazım Hikmet, eşi Piraye Hanım, Mahmut Yesari ve Muammer Karaca ile Mithat Paşa Köşkünde.. Erenköy'deki Ethem Efendi Caddesi'nde yavaş yavaş yürürken, bir yandan da 1930’lu yıllara gittiğinizi hayal edin. Her iki tarafta büyük bahçeli köşkler, çam ağaçlarından oluşan çamlıklar, arkada tren istasyonu ve meyve ağaçları, sebzelikler… 30 dönüme yakın büyük bahçeli Osmanlı Sarayı’nda Hünkâr yaveri olan Mehmet Ali Paşa’nın köşkü, karşısında Nazım ile Piraye’nin ev sahibi olduğu Mithat Paşa köşkü ve hemen yanında İkinci Orta Sokak’ın köşesindeki büyük hala Adile Hanım’ın köşkü bulunmaktaydı. Mehmet Ali Paşa Köşkü’ne Piraye 16 yaşında gelin gelmişti. Burada Vedat Örfi’yle aşk evliliğinden Suzan ve Mehmet adında iki çocuğu oldu. Ardından Vedat Bey alaturka konserler vermek için Paris’e giden bir gruba katıldı ve Piraye kocasını dört yıl bekledikten sonra annesi Nurhayat Hanım’ın yanına, Kadıköy’e yerleşti. Hikâyemiz de orada başlıyor aslında… Kadıköy’deki evde Nazım ile, Nazım’ın kız kardeşi Samiye sayesinde tanışıyor Piraye. Aşk evliliğinden bir kere ağzı yanmış ya, kocasından ayrılıp temelinde aşk olmayan kentsoylu bir evlilik yapmayı düşünüyor aslında. İki yıl çekişmenin ardından kendisini Nazım ile yine bir aşk evliliğinin içinde buluyor.1932 yılında iki aileyle birlikte şimdilerde Ethemefendi 36 olarak da bilinen Mehmet Ali Paşa Köşkü’nün karşısına yerleşiyorlar. Bu ailelerden biri Nurhayat Hanım, kızları Fahamet ve kocası Vedat, Piraye, Selma, Piraye’nin oğlu Mehmet; diğer aile ise Nazım, Samiye ve kocası Seyda Yaltırım. Mutfak, oturma odası ve salonu ortak olarak paylaşıyorlar; herkes kazancına göre eve para veriyor, işe gitmeyenler de evdeki işleri paylaşıyor. Sonra bir kısmı evden ayrılınca, odalara kiracı almaya başlıyorlar. Şimdilerde bu Mithat Paşa köşkü artık yok. Yıkılıp ortasından bir yol geçiyor, iki yanına sıra sıra apartmanların yer aldığı koca bir mahalleye dönüşüyor. Mehmet Ali Paşa'nın vefatından sonra diğer köşkü ise Kami Bey adında biri satın alıyor; onun ölümünden sonra da eşi hayatı boyunca bu köşkte oturuyor.
Nazimolmak

30 Ocak 2016 Cumartesi

Ben senden vazgeçeli çok oldu da... nazimolmak

Piraye'nin Nazım'a olan tükenişi kadar, Franz Kafka'nın Milena'ya olan umudu kadar çok sevdim seni. Fazla bir şey beklemedim; ben sadece beni sev istedim. Tıpkı Özdemir'in Lavinia'yı sevdiği kadar, Sezai'nin Mona Roza'ya duyduğu aşk kadar.
nazimolmak
resimdeki söz faruk börklü ye aittir.

29 Ocak 2016 Cuma

Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da - Nazım Hikmet

Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da 
hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil, 
bütün iş Tahirle Zühre olabilmekte 
yani yürekte.
Meselâ bir barikatta dövüşerek 
meselâ kuzey kutbunu keşfe giderken 
meselâ denerken damarlarında bir serumu 
                                         ölmek ayıp olur mu?
Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da 
hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil.
Seversin dünyayı doludizgin 
ama o bunun farkında değildir 
ayrılmak istemezsin dünyadan 
ama o senden ayrılacak 
yani sen elmayı seviyorsun diye 
elmanın da seni sevmesi şart mı? 
Yani Tahir’i Zühre sevmeseydi artık 
yahut hiç sevmeseydi 
Tahir ne kaybederdi Tahir’liğinden?
Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da 
hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil. 
-Nazım Hikmet
@nazimolmak

28 Ocak 2016 Perşembe

Nazım Hikmet ve Nüzhet Hanım nazimolmak

Nazım ve Nüzhet çocukluk arkadaşıdırlar. Moskova’da üniversite öğrencilikleri devresinde evlenirler. Nüzhet’in ailesi razı değildir bu evliliğe. Mektuplar yağdırırlar Moskova’ya. “ Her sözüyle,her hareketiyle,her şeye isyan etmiş,hatta saçları bile berberin tarağına isyan etmiş bu adamla senin gibi munis ve uysal bir kız geçinemezsiniz!” derler.


Bir ara Nüzhet’in sağlığı bozulur ve memlekete döner. Ne kadar tedavi olup iyileşmiş olsa bile, bu bünyesi ile Nazım’a yoldaşlık yapamayacağını düşünür, belki de ailesinin etkisi ile ayrılmaya karar verir.Zaten Moskova nikahı yapılmış olduğu için, boşanmak gibi hukuki bir sorunları da yoktur. Yıkılır şairimiz bu karar üzerine...Bu evlilik iki yıl sürmüştür. Bu ayrılıktan sonra Şair’in şu şiiri yazdığı söylenir:

MAVİ GÖZLÜ DEV, MİNNACIK KADIN VE HANIMELLERİ

O mavi gözlü bir devdi, /Minnacık bir kadın sevdi. /Kadının hayali minnacık bir evdi, bahçesinde ebruli hanımeli açan bir ev. /Bir dev gibi seviyordu dev, /Ve elleri öyle büyük işler için hazırlanmıştı ki devin, /yapamazdı yapısını, /çalamazdı kapısını bahçesinde ebruliiii hanımeli açan evin. /O mavi gözlü bir devdi, /Minnacık bir kadın sevdi. /Mini minnacıktı kadın. /Rahata acıktı kadın yoruldu devin büyük yolunda./Ve elveda! deyip mavi gözlü deve, /girdi zengin bir cücenin kolunda bahçesinde/ ebruliiii hanımeli açan eve. /Şimdi anlıyor ki mavi gözlü dev, Dev gibi sevgilere mezar bile olamaz: /bahçesinde ebruliii hanımeli açan ev...
nazimolmak

27 Ocak 2016 Çarşamba

Feryad-ı Vatan – Nazım Hikmet RAN

FERYAD-I VATAN
Sisli bir sabahtı henüz
Etrafı bürümüştü bir duman
Uzaktan geldi bir ses ah aman aman!
Sen bu feryad-ı vatanı dinle işit
Dinle de vicdanına öyle hükmet
Vatanın parçalanmış bağrı
Bekliyor senden ümit.
“Feryad-ı Vatan”, Şairin 03 Temmuz 1913 yılında yazdığı ilk şiiridir. Bu şiir, Balkan Savaşı yenilgisini ve düşmanın Çatalca’ya kadar ilerlemesini anlatıyor.
Nazım Hikmet’in 1913 – 1920 yılları arasında yazdığı şiirlerde çoğunlukla bireysel konular işlenmiştir. Özelliklede aşk temi ağır basmıştır.

nazimolmak

26 Ocak 2016 Salı

Bir Küvet Hikayesi


Süleyman'a karısı telefon etti :
— Konuşan ben,
ben, Fahire.
Tanımadın mı sesimden?
Demek çok bağırdım birdenbire.
Çığlık mı?
Belki...
Hayır,
çocuklar hasta değil.
Dinle beni :
İşini bırak da gel,
çabuk ol ama.
Telefonda anlatamam,
olmaz.
Daha kıyamet kadar vakit var akşama.
Saatlar, saatlar,
kıyamet kadar.
Sorma.
Dinle beni...
Hemen vapur bulamazsan
Üsküdar'a kayıkla geç.
Bir taksiye atla.
Paran yoksa
patrondan avans al.
Yolda hiçbir şey düşünme,
mümkün mertebe yalansız gelmeye çalış.
Yalan kuvvetliye söylenir
ben kuvvetsizim.
Alay etme kuzum.
Evet kar yağacak,
evet
hava güzel.
Koynuna girdiğim adam gibi
kocam gibi değil,
büyüğüm, akıllım,
babam gibi gel...
2 Geldi Süleyman,
Fahire, kocası Süleyman'a sordu :
— Doğru mu?
— Evet.
— Teşekkür ederim Süleyman.
Bak işte rahatladım.
Bak işte ağlamıyorum artık.
Nerde buluşuyordunuz?
— Bir otelde.
— Beyoğlu tarafında mı?
— Evet.
— Kaç defa?
— Ya üç, ya dört.
— Üç mü, dört mü?
— Bilmiyorum.
— Bunu hatırlamak bu kadar mı güç Süleyman?
— Bilmiyorum.
— Demek ki bir otel odasında.
Kim bilir çarşaflar nasıl kirliydi.
Bir İngiliz romanında okudum,
bu işlere yarayan otellerde
kırık küvetler varmış.
Sizinkinde de var mıydı Süleyman?
— Bilmiyorum.
— Hele düşün,
toz pembe çiçekli, kırık bir küvet?
— Evet.
— Hiç hediye verdin mi?
— Hayır.
— Çukulata, filân?
— Bir defa.
— Çok mu seviyordun?
— Sevmek mi?
Hayır...
— Başkaları da var mı Süleyman?
— Yok.
— Olmadı mı?
— Hayır.
— Bunu sevdin demek...
Başkaları da olsaydı
daha rahat ederdim...
Çok mu güzel yatıyordu?
— Hayır.
— Doğru söyle, bak ne kadar cesurum...
— Doğru söylüyorum...
— Zaten gösterdiler bana.
İnek gibi karı.
Belimden kalın bacakları...
Fakat zevk meselesi bu...
Bir sual daha, Süleyman :
Niçin?
— Bilmiyorum... Karanlıkta pencerenin hizasında
karlı, ağır bir çam dalı.
Bir hayli zaman oldu
sofada asma saat on ikiyi çalalı. 3 Süleyman'ın karısı Fahire
şunları anlattı kocasına ertesi gün :
— ... Dayanılmaz bir acı halindeydi
kendime karşı duyduğum merhamet,
ölmeye karar verdimdi, Süleyman...
Annem, çocuklarım ve en önde sen
bulacaktınız karda ayak izlerimi.
Bekçi, polisler, bir tahta merdiven
ve bir kadın ölüsü çıkaracaktınız
arka arsada bostan kuyusundan.
Kolay mı?
Gece bostan kuyusuna doğru yürümek,
sonra kenarına çıkıp durarak
baş aşağı atlamak karanlığına?
Fakat bulmadınızsa eğer
karda ayak izlerimi
sade korktuğumdan değil.
Bekçi, merdiven, polisler,
dedikodu, kepazelik,
aldatılmış bir zevcenin intiharı :
komik.
Niçin öldüğümü anlatmak müşkül.
Kime? Herkese, sana meselâ.
İnsan, ölmeye karar verirken bile
insanları düşünüyor... Sen yatakta uyuyordun
yüzün rahat,
her zaman nasıl uyursan
ondan evvel ve o varken. Dışarda kar yağmaya başladı.
Bir tek gecelikle çıkmak balkona :
Zatürree ertesi gün,
nümayişsiz ölüvermek.
Hayır,
hiç aklıma gelmedi nezle olmak ihtimali. Yaktım sobamızı.
İyice ısınmak lâzım ilkönce.
Ciğer bir çay bardağı gibi çatlarmış.
Pencereye, kara bakıyorum :
«Eşini gaip eyleyen bir kuş
gibi kar
geçen eyyamı nev baharı arar...»
Babam bu şiiri çok severdi.
Sen beğenmezsin.
«Sağdan sola, soldan sağa lerzânı girizan...» Lambayı söndürmeden balkona çıktım.
« ... gibi kar
düşer düşer ağlar...»
Oturdum balkonda iskemleye.
Havada çıt yok.
Karanlık bembeyaz.
Uykudayım sanki.
Sanki çok sevdiğim bir insan
korkarak beni uyandırmaktan
yumuşacık dolaşıyor etrafımda.
Üşümüyordum.
Kederim duruluyor
berraklaşıyor.
Odanın camlı kapısından balkona vuran ışık
sıcak bir kumaş gibiydi üstünde dizlerimin.
Ben rehavetli bir mahzunluk içinde
acayip şeyler düşünüyordum :
Feneryolu'ndaki çınar
150 yaşındaymış.
Ömrü bir gün süren böcekler.
Gün gelecek
insanlar çok uzun
çok bahtiyar yaşayacaklar.
İnsanın yüreği ve kafası var...
İnsanın elleri...
İnsan?
Ne zamanki,
nerdeki,
hangi sınıftan?
Onların insanları,
bizim insanlarımız.
Ve her şeye rağmen
yeni bir dünya için yapılan kavga.
Sonra sen
ben
bir kırık küvet
ve benim
kendime karşı duyduğum merhamet... Kar durdu.
Sökmek üzre şafak.
Utanarak
odaya döndüm.
O anda uyansaydın
sarılıp boynuna...
Uyanmadın.
Evet,
çok şükür nezle bile değilim. Şimdi?
Zaman zaman hatırlayıp
zaman zaman unutacağım.
Yine yan yana yaşayacağız
beni sevdiğine emin olarak. 4 Altı ay kadar geçti aradan.
Bir gece karı koca denizden dönüyorlardı.
Gökte yıldızlar, ağaçlarda yaz meyveleri vardı.
Fahire birdenbire durdu
baktı muhabbetle kocasının gözlerine
ve suratına tükürür gibi bir tokat vurdu.

nazım hikmet
nazimolmak

25 Ocak 2016 Pazartesi

Nazimolmak

"Buluşsaydık ne olurdu?" dedim
"Oturur çay içerdik, küçük bardaksa 1, büyükse 3 şeker atardım sende çayını alırdın içeceksen içerdin içmeyeceksen önünde dururdu, hatta sıkıldığında çay kaşığıyla bile oynayabilirdin" dedi.
Bi ara “sarılırdım” desin istedim.
Sonra boşver dedim kendime.
Herkes sevdiği adamla karşılıklı çay içemiyor bu ülkede, boşver..

Nazım Hikmet cezaevi anısı

Nazım Hikmet'in Bursa Cezaevi'nde tutsaklık günleri. Koğuş arkadaşlarını okumaya yazmaya yönlendiren Nazım, aynı zamanda cezaevi yönetimine de yardım etmektedir. Cezaevi denetimine Adalet Bakanlığı'ndan bir müfettiş gelir. Bir kaç gün denetim yaptıktan sonra müdüre: - Nazım da buradaymış, çağır da görelim nasıl biridir? der. Nazım'i odaya getirirler. Müdür koltuğuna iyice kurulan müfettiş Nazım'ı tepeden tırnağa süzer ve: -Demek Nazım sizsiniz, der. Nazım'a oturması için yer göstermez. Kısa bir konuşma sonrası, gidebilirsiniz, der. Nazım tam kapıdan çıkarken durur ve müfettişe: -Ömer Hayyam adını duydunuz mu? diye sorar. Müfettiş hemen atılır: -Kim duymaz Hayyam'i. Nazım: -Hayyam zamanında İran hükümdarı kimdi? diye sorar. Müfettiş şaşırır. Nazım konuşmasını sürdürür, görüyorsunuz sanatçıyı anımsadınız ama hükümdarı anımsamadınız. Yıllar sonra beni dünya anımsayacak ama dönemin Adalet Bakanı'nı ve sizi kimse anımsamayacak, der çıkar. 
nazimolmak

24 Ocak 2016 Pazar

Çok şükür aşığım. Nazım Hikmet Ran

Çok şükür aşığım. 
Bana öyle geliyor ki bir tek insana, yüz milyonlarca insana,
bir tek ağaca, bütün ormana,
tek bir düşünceye, bir çok düşünceye ve fikre aşık olmadan yaşamak,
yaşamak değildir.
Tohuma, toprağa, denize inan.
İnsana inan hepsinden önce.
Kuruyan dalın, sönen yıldızın, sakat hayvanın duy kederini.
Hepsinden önce de insanın.
Sevindirsin seni cümlesi nimetlerin, sevindirsin seni karanlık ve aydınlık, sevindirsin seni dört mevsim.
Ama hepsinden önce sevindirsin seni insan…
Nazım Hikmet Ran
nazimolmak

23 Ocak 2016 Cumartesi

BİR AYRILIŞ HİKAYESİ - Nazım Hikmet

BİR AYRILIŞ HİKAYESİ
Erkek kadına dedi ki:-Seni seviyorum,ama nasıl,
avuçlarımda camdan bir şey gibi kalbimi sıkıp
parmaklarımı kanatarak
kırasıya
çıldırasıya...
Erkek kadına dedi ki:
-Seni seviyorum,ama nasıl,kilometrelerle derin, kilometrelerle dümdüz,yüzde yüz, yüzde bin beş yüz,yüzde hudutsuz kere yüz...Kadın erkeğe dedi ki:
-Baktım
dudağımla, yüreğimle, kafamla;
severek, korkarak, eğilerek,
dudağına, yüreğine, kafana.
Şimdi ne söylüyorsam
karanlıkta bir fısıltı gibi sen öğrettin bana..
Ve ben artık
biliyorum:Toprağın -
yüzü güneşli bir ana gibi -
en son en güzel çocuğunu emzirdiğini..
Fakat neyleyimsaçlarım dolanmış
ölmekte olan parmaklarına
başımı kurtarmam kabil
değil!
Sen
yürümelisin,
yeni doğan çocuğungözlerine bakarak..
Sen
yürümelisin,
beni bırakarak...Kadın sustu.SARILDILARBir kitap düştü yere...
Kapandı bir pencere...
AYRILDILAR...
N.Hikmet

 nazimolmak

22 Ocak 2016 Cuma

Yaşamaya Dair - Nazım Hikmet nazimolmak

Yaşamak şakaya gelmez, 
büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın 
bir sincap gibi mesela, 
yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden, 
yani bütün işin gücün yaşamak olacak. 

Yaşamayı ciddiye alacaksın, 
yani o derecede, öylesine ki, 
mesela, kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda, 
yahut kocaman gözlüklerin, 
beyaz gömleğinle bir laboratuarda 
insanlar için ölebileceksin, 
hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için, 
hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken, 
hem de en güzel en gerçek şeyin 
yaşamak olduğunu bildiğin halde. 

Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı, 
yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin, 
hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil, 
ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için, 
yaşamak yani ağır bastığından. 

Nazım Hikmet 

nazimolmak

21 Ocak 2016 Perşembe

"Ben" deyip susması, "Sen" deyip ağlamaklı kalması.. nazimolmak

Ne kötüdür insanın aklıyla yüreği arasında çaresiz kalması. 
Ne kötüdür an kadar yakın, 
bir asır kadar uzak olması. 
Ve bilir misin ? 
Ne acıdır insanın bildiğini anlatamaması... 
"Ben" deyip susması, "Sen" deyip ağlamaklı kalması..


N.Hikmet RAN
nazimolmak

20 Ocak 2016 Çarşamba

Bulut mu olsam, gemi mi yoksa? Nazım Hikmet Ran

Bulut mu Olsam
Denizin üstünde ala bulut
yüzünde gümüş gemi
içinde sarı balık
dibinde mavi yosun
kıyıda bir çıplak adam
durmuş düşünür.
Bulut mu olsam,
gemi mi yoksa?
Balık mı olsam,
yosun mu yoksa?..
Ne o, ne o, ne o.
Deniz olunmalı, oğlum,
bulutuyla, gemisiyle, balığıyla, yosunuyla.

Nazım Hikmet Ran

Basit yaşayacaksın basit. Nazım Hikmet Ran

Basit yaşayacaksın basit, Mesela,susayınca,su içecek kadar basit. Dört çıkacak, ikiyle ikiyi çarptığında. Tek düğmesi olacak elindeki cihazın, Tek bir düğme, tek bir cümle gibi. Sevince, lafı dolandırmadan söyleyeceksin, Seni seviyorum gibi.. Basit bir öpücük yetecek sana, Basit, sıcak bir öpücük ve o öpücükle dolacak tüm günlerin. O öpücük için yapacaksın,hayatının kavgasını, O öpücük için yiyeceksin hayatının dayağını. Kabak çekirdeği verecek sana,rakamların veremediği mutluluğu. El yazısıyla yazılmış, eğri büğrü bir mektup olacak. En değerli kağıdın, hep yanında taşıdığın,atmaya kıyamadığın. İki harekette giyiniverecek,iki harekette soyunuvereceksin. Kısacık olacak,uyanman ve sokağa çıkman arasındaki süre... Kısacık olacak sıcacık kollara dolanman, Kendin bile, anlayabileceksin yazdıklarını, Bakışların bile anlatabilecek kendini. Beklentilerin de basit olacak, Kaf dağının, önünde bekleyecek mutluluklar, Bir ıslıkta bulabileceksin,en uzun dostluk romanını, Ya da, bir damla gözyaşı yaşatacak sana,hayatının en ucuz romanını. Pankreasının sağlığına dua edeceksin, kapatırken gözlerini. Bir kaşarlı tost olacak aradığın, Nasıl oturacağını, bilemediğin sofrada, Parmakların en kıymetli çatalın. Yine aynı parmaklar çözecek,en karmaşık denklemleri., Bir filarmoni orkestrası veremeyecek sana kontrplak bir gitarda, Doğru basılmış bir fa diyezin mutluluğunu, Parfümün temizlik kokacak, Bilmiyorum diyeceksin, bilmediğinde ve çok normal olacak bilemediğin... Saatin sadece saati gösterecek, Telefonunu sadece telefon etmek için kullanacaksın, Küçük bir not defteri olacak bilgini en hızlı sayan. Basit yaşayacaksın basit Sanki bir gün yaşamın sona erecekmiş gibi basit, Çay, Simit ve Peynirle.....

Nazım Hikmet Ran


19 Ocak 2016 Salı

Dünya Adaletsiz Çocuk! Dünya zorba. Nazim hikmet

Dünya Adaletsiz Çocuk! Dünya zorba.

Çıkar boynundan at o ipi çocuk!
Salıncaklar mı yok sana?
Kalk hadi o soğuk betondan,
Yatacak başka yer mi yok sana?
En sevdiklerimi verdim ölüme de;
Ben bu yaşımda gitmenin böylesini görmedim.
Kırılan bir boyun gibi orta yerinden kırıldığını ömrün...
Görmedim Ademoğlunun dalından koparılır gibi koparıldığını...

...ve böylelikle umut etme kabiliyetimizi aldılar elimizden.

Ne diyeyim, dilerim ihtiyacı olan birine gidiyordur bizden aldıkları umut!
Dünya adaletsiz çocuk!
Dünya zorba.

Elbet eşitleneceğiz o gün kıyamda.
Bu kekeme, toz ve duman sözlerimi iyi belle, Bahara kalmaz, gelirim yanına.

Nazim hikmet