8 Şubat 2016 Pazartesi

Mona Roza, Tomris Uyar

Ben en çok şiirleri sevdim. Sonra Ece Ayhan'ı, elbette Turgut Uyar'ı, Cemal Süreyya'yı (İki y ile! Güzel seven adamlar aşkta kaybetmezler), İsmet Özel'i, Ahmet Telli'yi, Sezai Karakoç'u, Nazım'ı… 
En çok Tomris'i kıskandım, 
sonra Roza'yı… 
Mona Roza… 
Mona 
Roza … 
Kendi hikayelerimin Piraye'si olmak en büyük yıkımım. Tomris gibi kandırılmamış, Mona gibi vazgeçilmemiş olmak isterdim belki, belki de istemezdim. 
Belki de değildim. 
Değildim. 
Değilim. 
Adına şiir yazılmamış Galina kadar hüzünlü, Adına şiir yazıldığını sanan Piraye kadar yıkık her zaman. Vera sonsuzluğunu bekleyen kalp, Leyla umutsuzluğuyla yuvasına dönüyor. Şiir seven her kadın “Çekiyor kirli elli adamlardan” 
“Seviyor mu, sevmiyor mu?” Diye diye hiç ettiğim papatyalar çok kızgın. Aramızda kalsın, sevmiyor çıkmasın diye önceden yaprakları sayanlar oluyor. Sevmediğini anlamamak için çok uğraşıyorsun ya; işte asıl o acıtıyor. 
Domates soslu makarnalar samimiyetsiz: ütüyü fişte, yemeği ocakta unutan ablalar acı. 
Ve bir de ben. 
Kulakta kulaklık, müzik çalmıyor. 
Şiir kitapları üzgün. Kaldırım taşları yorgun.. 
Oysa ben evinin önündeki kaldırım taşı olsam yorulmazdım. 
Ayaklarınla üzerime bassan acımazdım. 
Yerimden söksen atsan bir yerlere, ellerin dokundu işte. Dokunsan dağılırdım.
Sen vurdun. 
Yaktın, yıktın. 
Bana viraneler bıraktın. 
Günahlar, acılar, griler bıraktın. Şairlerden Nazımı bıraktın Acılardan Piraye'yi. Göğü aldın, Turgut Uyar için üzüldüm. 
Sarılar, ortalar, saklılar bıraktın. 
Dizlerimi karnıma kadar çektim, ağlayacak anı bıraktın. Her anı dolu dolu acı bıraktın. 
En çok şiirleri severdim ben. 
Beni kendi şiirimden kopardın. 

1 yorum: